13 Aralık 2005

Kahve istilası, 2

Bir önceki yazıdan devam.

Starbucks genelde bildiğimiz anlamda tekelcilik yapmıyor. Buralarda onlar gelmeden önce kahveci dükkanı yoktu pek; başka, eskiden beri "cafe" kültürü olan şehirlerdeki [1] arkadaşlarımın anlattıklarına göre, oralarda yayılmaya başladıklarında bağımsız kahve dükkanları çoğunlukla kapanmamış. Öyle "büyük zincir yayıldı, bizim müşterilerimizi çaldı, tutunamadık" yok pek. Bunun en önemli nedeni, Starbucks'un öyle başka büyük zincirlerin rekabeti ezmek için kullandıkları en büyük silahı---fiyat kırmak---kullanmaması. Normal kahveleri başka dükkanlarınkinden daha ucuz değil, spesyalite içecekleri hatta genelde daha pahalı.

O bakımdan öyle mantar gibi bitmelerine bir diyeceğim yok aslında. Başka kahve dükkanlarının olduğu yerlerde onlara zarar vermiyorlar; olmadığı yerlerde ise---buralarda örneğin---bir eksikliği doldurdukları kesin. Avrupa'dan ve Güney Amerika'dan buraya benim gibi okumaya gelen arkadaşların hemen hemen hepsi öyle bir Pazar öğleden sonrası toplu halde gidilip oturulabilecek bir yerlerin olmamasından şikayetçiydiler, buradaki Starbucks açılana değin.

Öte yandan tek renk, tek çeşit, tek marka yine de hoş bir şey değil tabii. Kimi tekeller tüketiciye değil üreticiye daha fazla zarar veriyorlar. Ne de olsa, kendinizi kahve çiftçilerinin yerine koyun: Ürününüzün yüzde doksanını tek bir şirket satın alıyorsa, el mahkum o şirketin dediğini yapmak zorundasınız. Starbucks o konuda da dikkatli olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyor aslında. Sürekli kahve üreticilerine karşı ne kadar dikkatli ve adaletli davrandıklarına dair propaganda yapıyorlar. Yapmak da zorundalar---halk ilişkilerini düzgün tutmazlarsa gelir boykot. Ama o propagandaya ne kadar güvenilir tam bilmiyorum açıkçası; gereken araştırmayı yapmaya zamanım olmadı.

Bunun yanında, buralarda biraz daha çeşit, bir kaç tane daha seçenek olsa fena olmazdı hani, benim açımdan.

Ama yok. Ve o yokluk yıllarca sürdü buralarda: O yüzden kesinlikle diyebilirim ki yeni olan hiç yoktan iyi.

Geçen yazıda sorduğum ikinci soruya (Türkiye'de de böyle yayılacaklar mı?) "hayır" diyebilirim o yüzden. Tabii yarın koşulların ne kadar değişeceğini tam bilemem; ama Türkiye'de---en azından benim bildiğim şehirlerde, Ankara, biraz İstanbul---ne kahve ne cafe eksikliği var. Açılan Starbucks dükkanları, aldığım istihbarata göre, genel gidilen yerler değil ya sıradışı/lüks, ya da belli bir "tip"in "takıldığı" yerler olarak görünüyor. Öyle bir "özel" imajı olan yerlerin mantar gibi bitmesi zor, tabii; o imajı kaybetmeden mantar gibi bitmeleri toptan olanaksız.

Keşke kahveleri birazcık daha ucuz olsaydı, diyorum, ve başka bir şey de demiyorum artık.


[1] Örneğin Austin (Texas), Ann Arbor (Michigan) veya Los Angeles (California).

05 Aralık 2005

Kahve istilası, 1

Konumuza girmeden önce: Dışarıda kar yağıyor. Yılın ilk karı değil bu gerçi---on gün kadar önce iki saatliğine yağmıştı biraz, ama tutmamıştı; şimdi öğlenden beri yağıyor, geceyarısından sonraya kadar yağacak, ve de tutmaya başladı.

Çocuk tarafım "Yaşasın! Kar! Yaşasın! Kar!" diye zıplayıp oynarken, bu akşam bir dansta müzik çalmak için çok yoğun bir yoldan Baltimore'a gitmek zorunda olan büyük tarafım "Trafik... Grr... Trafik... Grrr..." diye homurdanıyor.

Büyümenin bir kötü tarafı da böyle ikilemler işte.


Geçen yıl Türkiye'ye geldiğimde bir iki tane görmüştüm orada da. "Starbucks" isimli, Seattle, Washington eyaleti doğumlu kahve dükkanları zincirinin bir iki temsilcisi.

Amerika'ya ilk geldiğimde çevremdekiler Starbucks istilasından şikayet ediyorlardı. "McDonalds gibi," deniyordu, "her köşebaşında bir tane olacak yakında." Ama benim oturduğum yerin yakınında öyle değildi pek. Yaklaşık iki yıl öncesine kadar. Ama iki yıl önce bir şeyler oldu ve de mantar gibi bitmeye başladılar. Şu anda, rakamlara bakarsak:

  • 3 Oturduğum yerin çevresinde 3 km çapında bir dairedeki Starbucks dükkanlarının sayısı
  • 1 Aynı daire içerisindeki bağımsız kahve dükkanlarının sayısı
  • %100 Bu geçtiğimiz Pazar öğleden sonrasındaki kalabalığa bakılırsa, bana en yakın College Park alışveriş merkezindeki Starbucks açıldığında ne kadar iyi iş yapacağı konusundaki değerlendirmemde ne kadar haklıymışım ("Para basacaklar. Kaldırdıkları parayı bankaya taşımak için zırhlı taşıt ve silahlı nöbetçiler gerekecek. Bir soyulacak olurlarsa tarihin en büyük soygunlarından biri olarak tarihe geçecek.")
  • 30 Bu Starbucks dükkanından, o bölgede eskiden açık olan son bağımsız kahve dükkanının mekanına olan mesafenin adım sayısı. (Bu eski dükkan yaklaşık iki yıl önce kapandı. Kapanış nedeni: Müşterisizlik. Cidden.)
  • 9.28 Washington DC'ye inen en büyük caddelerden biri olan Wisconsin Avenue'nün, Bethesda diye bir mahalleden Georgetown mahallesine olan uzunluğu
  • 8 ya da 9 Bu caddenin o mesafesi içinde saydığım Starbucks dükkanları (bir ara sayıyı kaybettim arabayla giderken).
  • 0.92 Kilometre başına düşen Starbucks sayısı---az daha gayret ettiler mi 1 olacak.


İki soru şimdi: 1. Bu kötü bir şey mi? Hep aynı dekor, hep aynı kahve, tekel yayılımı, değişiklik yok, küçük bağımsız dükkanlara yazık, vs. 2. Türkiye'de de böyle yayılacaklar mı?

Bence bu iki sorunun yanıtı da "hayır". Birinci soruya "hayır" dememe şaşırmışsınızdır belki, çünkü genelde tekelcilik ve tek tek bağımsız dükkanların, büyük bir şirketin zinciriyle rekabet edememeleri iyi şeyler değil (bakınız, büyük süpermarketlere karşı küçük bakkallar. O kavga Amerika'da çoktan kaybedildi). Ama yukarıda listede bundan önceki bağımsız kahve dükkanıyla ilgili yazdıklarıma bir daha bakın. Mükemmel bir mekanları vardı: 30000 öğrencili bir üniversite kampüsünün, abartmasız, tam yanı. Üniversite öğrencisi ne demek? Dört ana gıda grubuyla yaşayan vatandaş demek: Şeker, yağ, tuz ve kafein. Bir üniversite kampüsünün yanında kahve satamıyorsan, git kendini denize at yani. Ama tutunamayıp kapandılar. Çünkü insanların oturup vakit geçirmeyi isteyecekleri gibi bir ortam yaratamadılar hiç.

Dükkanı hatırlıyorum: Çok karanlık, "endüstri" tema dekorlu, hep yüksek sesle müzik çalan bir yer. İnsan niye kahveye ya da cafe'ye oturmaya gider? Türkiye'de genelde ya arkadaş muhabbeti ya da oyun oynamak/toplu halde TV seyretmek için gidiliyor. Burada da öyle, artı tek başına oturup sakin sakin biraz kitap okumak, yazmak ya da çalışmak için gidenler de oluyor. E sen sandalyeleri, masaları, koltukları öyle uygun konuşma/oyun/bir iki de tek tek gruplar halinde koymazsan, aydınlatmana dikkat etmezsen, bir de yüksek sesle müzik çalarsan, ne kadar "bağımsız" takılırsan takıl, ne kadar açık mikrofon şiir geceleri ve yerel rock grubu konserleri düzenlersen düzenle, bir Pazar öğleden sonrası kimse senin bardağı üç dolar kahveni içmeye gelmez, karşıdaki bakkaldan bardağı bir dolara kahve alır evlerine giderler.

Şimdi çıkıp bir konferansta poster sunmaya gitmem gerek. Devamı haftaya. Ya da yarına, ne zaman oturabilirsem...

25 Kasım 2005

Yedik yedik doyduk

Dün ABD'de Şükran Günü idi.

Günün anlam ve önemi 1600'lü yılların sonlarında bu kıtaya ilk yerleşmeye gelenlerin hazırlıksız gelmiş olmalarından kaynaklanıyor. Efendim kış bastırınca bunların yiyecek stokları da tükenmeye başlamış; toptan açlıktan telef olacaklarmış ki oranın yerlileri (Amerikalı yerliler, Kızılderililer yani) acıyıp yeni yerleşmecilere yiyecek getirmişler. Bu olayın anısına her yıl bir ziyafet düzenlenirken, kimse sonra yerlilerden ne kadar toprak alındığı konusuna değinmiyor.

Ama zaten bir sürü eski gelenek gibi, bu günün özgün anlamı da yıllar geçtikçe buğulanmış biraz. Şimdi kimisi --- daha düşünceli olanlar --- bu günü iyi bir biçimde kullanıyorlar aslında: Yaşamlarında nelerden memnun olduklarını, nelerin iyi gittiğini, nelerden dolayı şükran duyduklarını düşünmek için kullanıyorlar. Yemeğe oturmadan önce. Diğerleri için bu gün aile ve arkadaşlarıyla bir araya gelip... kocaman bir yemek yeme günü.

O yüzden, geçen hafta içinde en az dört arkadaşım "Bu Perşembe iyi bir yere yemeğe davetlisin değil mi?" diye sorarak Şükran Günü'nü yalnız geçirmeyeceğimden emin olmak istediler. Biraz duygulandırdı aslında.

Ben bir kaç ay öncesinden beri eski bir arkadaşımın ailesinin yemeğine davetliydim zaten.

Geleneksel Şükran Günü yemeği içi doldurulmuş, fırında pişirilmiş hindi. Arkadaşımın babasının spesiyalitesi bu doldurma malzemesi; envai çeşit fındık fıstık ve sebzeden nefis bir şey yapıyor, sonra da hindinin içine koyup telef edeceğine ayrı pişiriyor. Mmmmmm. Nefis.

Ayrıca bir başka gelenek de tatlı olarak pay pişirmek. Dün iki türlü pay vardı yemekte: Ceviz ve balkabağı. Mmmmm. Nefis.

Bugün yemek falan yemiyorum ben. Dün üç günlük yedim çünkü...

15 Kasım 2005

Ben de geldim.

Selam. Ben de geldim.

Düzenli olarak Türkçe yazı yazmayalı bayağı oldu aslında. Meslek: Elektronik mühendisi. Şu andaki mekan: College Park, Maryland, ABD. Burada ne iş yapıyorum: Doktora öğrencisi.

Olası yazı konuları: Müzik, bilim muhabbeti, dans, iş güç. Politika: Az, çünkü kan basıncım artıyor politika yazınca.

İşte böyle. Selam.